İyi, Kötü ve Çirkin Diyeti ile Başarıya Ulaşmak

-
Aa
+
a
a
a

Simon Barnes, The Times Gazetesi Baş Spor Muhabiri

Tebrikler öyleyse, Brezilya taraftarlarından oluşan ulusa. Çünkü, bu Pazar Yokohama’daki finalde Almanya’nın karşısına çıkacak ekip Brezilya. Ve, şân olsun: Brezilya bunu temiz bir defterle yaptı: Maçın tek golünü de Ronaldo attı. İhtişam iyidir, ama defolu ihtişam çok daha tatmin edicidir. Çoğumuz, günde en az bir kez defolu ihtişam görüntülerine tanık oluruz: Genellikle tıraş olurken ya da makyaj yaparken olur bu. Bu Brezilya takımı, defolu ihtişam kavramını almış ve üstüne de çıkmış üstelik.

“Hun’lar!” der James Bond, konuya tam da dengeli yaklaşmayı başaramayarak. “Hun’lar, her daim ya ayaklarınıza dolanmış ya da boğazınıza sarılmıştır.” Ama bu cümle, bu Brezilya takımına tastamam uyuyor. Türkiye maçta 5-0 yenilmediği için şanslı mıydı, yoksa 2-1 kazanamadığı için şanssız mıydı, bilemiyorum. Brezilya biraz muhteşemdi, biraz da sefil.

Brezilyalılar kendilerine bir dizi kalp krizi ânı yarattılar. Karşılarında, İngiltere’yi dizginlemekten çok daha zor dizginlenebilir bir Türkiye buldular; üstelik, İngiltere’ye bunu 10 kişiyle yapmışlardı. İngiltere oyunun kontrolünü onlara bırakmak zorunda kalmıştı; oysa Türkiye onlara bu olanağı vermedi. Zorlu bir sınavdı bu, ama Brezilya sınıfı geçti. Kılpayı ile.

Birinci devre Brezilya savunmada öyle şeyler yaptı ki, inanılmaz: nefesiniz kesiliyordu. Girdikleri risklere de inanamıyordunuz ama asıl, bunların çoğunlukla nasıl bu kadar kolayca savuşturulabildiğine inanamıyordunuz. Ne var ki, işin sonunda, İngiliz defansından Sol Campbell’ın o katana zerafetiyle yaptığı gibi çifte atarak savuşturdular hepsini. ‘Gözümüz görmesin şu lânet şeyi, futbol topundan nefret ederiz biz,’ der gibiydiler.

Fakat, bütün o gözü dönmüş umutsuzluğun ortasında, sahanın öbür ucuna da o ölümcül güzelliğin tehdidini her an getirmekteydiler – her zaman yaptıkları gibi. Brezilyalılar dört ölçü güzellik ile bir ölçü umutsuzluğu çalkalıyordu ve bu kokteyl insanın başını döndürüyordu. Maçın her ânında bunların ikisini de tatmak mümkündü. Brezilya takımı İngiltere karşısında tadından yenmez güzellikte organize olmuşken, Türkiye maçında sarsak ve yalpalayan görüntüler çizdi, ama bunlardan bir an sonra da insanı kendinden geçirecek mükemmellikte ataklara geçmekte gecikmedi.

İnsana romantik geliyor ve bir bakıma öyle de; ama, bütün bunların altında yatan ve çoğu takımda görülen bir kestirmecilik ve köşe dönmecilik damarı da hissedilmiyor değil. Aslında Brezilya savunmasında bir gevşeklik yok; birtakım beceriksizlik anları var sadece.

Brezilya, baştan aşağı şaşırtıcı bir takım, ama hepsinden şaşırtıcı olan şey, Brezilya’nın yıldızları. Ronaldo’nun golü bir mücevherdi: Korkunç bir hız, kuvvet ve kontrol kullanarak bir markajcıdan kurtulması, ondan sonra da kendisini yakından izleyen iki başka markajcıya rağmen topu mükemmel bir şekilde istediği yere göndermesi.

Peki nereden geliyor bütün bu espri, bu ustalık, bu zekâ, bu düşgücü? Ronaldo’nun suratına bakıyorsunuz: Görebildiğiniz tek şey biraz budalaca bir iyi huyluluk; bir de, etrafında olup biten bütün o garip şeylere mânâ vermekte zorlanan bir çocuğun yüzünde beliren o boş, yarımyamalak ifade.

Ama, göz açıp kapayıncaya kadar bir bakıyorsunuz Ronaldo kendini bir çita’ya dönüştürmüş ve pençeyi atmış bile – derken, bir saniye sonrasında, gene o şaşkın çocuk, sadece biraz daha mutlu, o kadar. Biraz tekinsiz bir hali var bu çocuğun. O anda ne düşündüğü, bir an sonra ne yapacağı hakkında en ufak bir ipucu vermiyor size. Sonra bir bakıyorsunuz, yapmış bile; ve artık çok geç.

Diyelim Ronaldo bir muamma. Ya onun arkadaşına ne diyeceğiz peki? Rivaldo da en az onun kadar anlaşılmaz biri: Yüzü, kimi zaman insanı ürpertecek kadar soylu bir ifadeye bürünüyor; kimi zamansa edep ve dürüstlüğü, takımdaki arkadaşlarını, oyunun kurallarını falan, bunların hepsini birden topyekûn aşağılayan, yerlebir eden bir ifadeye. Rivaldo bir panter çocuk: Ortalıkta salına salına dolanıp duruyor tembelce ve etraftaki herşeye karşı tam bir kayıtsızlık içinde.
Sonra gözünüzü kırpıyorsunuz – ki bu ikisi ortalıktayken göz kırpıştırmak kesinlikle tavsiye edilmez – ve gözünüzü yeniden açtığınız anda bir de ne göresiniz, avının üstüne çullanmamış mı? Üstelik, onun hangisinden daha büyük keyif aldığını da kestiremiyorsunuz: Kendi başarısından mı, yoksa sizi uğratmış olduğu bozgundan mı?

Rivaldo, Brezilya-Türkiye maçında gol atamadı; esasında, Türkiye kalesini koruyan Alice Cooper benzeri Rüştü Reçber’in bazı olağanüstü kurtarışları yüzünden atamadı denebilir. Bu da, Dünya Kupası’nın her turunda gol atarak bir rekor kırma şansını kaybettiği anlamına gelir. Rivaldo bu Dünya Kupası’nda müthiş güzelliklerle korkunç futbol cürümlerini birleştirdiği gibi, her iki konuya da aynı derecede kayıtsız kalarak “cool” bir görüntü çizmeyi başardı. İki takımın turnuvada daha önce oynadıkları karşılaşmada yüzünden sakatlanmış ayağına yatarak bir Türk oyuncusunu oyundan attırdı. Ardından, yanlış birşey yapmadığını, kurnazlığın futbolun ayrılmaz bir parçası olduğunu söyledi. Ve, sözünün eri olduğunu göstererek, aynı numarayı İngiltere karşısında da yapmaya kalktı.

İçedönük, zaman zaman çok parlak, küskün, sahtekâr olabilen bir adam bu Rivaldo, ve ara ara yücelebiliyor. Az biraz Eric Cantona’yı hatırlatan o küstahlıkla küçük hesaplılık karışımı onda da var. Ama Rivaldo, bir süper Cantona: ondan çok daha fazla kendine hâkim, ondan çok daha horgören (cynical), öcalma konusunda ondan çok daha sabırlı biri – ve ondan çok daha iyi bir oyuncu tabiî; dünyanın en büyük sahnesinin üzerinde, en ufak bir özgüven sorununun izine bile rastlanmıyor kendisinde. Cantona, küçük gösterilerde büyüyen isimdi, Rivaldo en büyük gösterilerde büyüyor.

Eh, bu meseleyi asıl Pazar günü göreceğiz: Rivaldo, gösterilerin en büyüğüne çıktığında. Ya Ronaldo? Dört yıl önceki Dünya Kupası’nda finalden önce bir nöbet geçiren ve maçta feci başarısız olan Ronaldo’nun kafasının içinden neler geçiyor acaba? Türkiye maçının ikinci yarısında yere düştükten sonra oyundan alındı. Umarız ki, bu, sonrası düşünülerek akıllıca alınmış bir önlemdir: Zira, bir çemberin daha çevresi etrafında tam bir dönüş yapmasını seyretmek çok hoş olurdu hani: Yani, Ronaldo’nun bir Dünya Kupası finaline çıkıp Ronaldo gibi oynamasını seyretmek.

Brezilya bu turnuvada çok mesafe katetti, ama bu yolculuğun asıl yaptığı, takımın hem güzel taraflarını, hem de defolarını abartmaktan ibaretti. Brezilya takımı hepsinin en iyisi ve en kötüsüydü; en hoşu ve en pisiydi; iyi, kötü ve çirkindi. Finalde, o efsaneleşmiş eski Brezilya takımlarının yaptığı gibi bir mükemmeliyet sergileyemez belki, ama drama da kaçınılmaz. Bu turnuvaya 32 takım katıldı, ama bunlardan yalnızca birinden gözümüzü alamıyorduk.

Çeviren: Ömer Madra

Metnin orijinali için lütfen tıklatınız.